Sayfalar

19 Ocak 2014 Pazar

Balkanların Tadı: Kosova & Makedonya

Kurban bayramında 5 günlük bir Kosova-Makedonya turu yaptık ailemle. Sırasıyla Prizren, Üsküp, Ohrid ve Priştine’yi gezdik. Özellikle işin yol tarafı biraz maceralı oldu çünkü onların da bayramıydı ve bizden farklı olarak hizmet sektörü bayramın birinci günü çalışmıyordu. Örnek vermek istersem, Prizren’den Üsküp’e otobüsle gitmek istedik fakat otobüs firmaları bayramın ilk günü çalışmıyordu. Tavsiye üzerine Makedonya sınırına kadar taksiyle gittik, gümrükten yürüyerek geçtik ve sonrasında Üsküp’e giden bir otobüsün gelmesini bekledik yol kenarında. Bu da demek oluyor ki, bayramda gidecekseniz taşıma firmalarının çalışma durumunu iyi araştırmanız gerekiyor. Tabi bu tatil durumu ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir. Sonradan öğreniyoruz ki sadece Prizren’deki otobüs firmaları bayramın birinci günü tatilmiş.

Kültürlerimiz birbirine çok benziyor. Özellikle Prizren’de hiç yabancılık çekmiyorsunuz. Neredeyse herkes Türkçe konuşabiliyor. Yemeklerimiz de benziyor tabi. Balkanlardaki restoranlarda çoğunlukla et yemekleri mevcut. Et yemeği dediysem bizdeki kebaplar gelmesin aklınıza. Genellikle ızgara etler yaygın olarak yemek kültürünün içinde. Makedonya’da ızgara etlere skara deniyor. Menülerde dana etleri, domuz eti gibi ızgaraların yanında, ciğer ve böbrek gibi sakatatlar da bulabilirsiniz. Her restoran farlı yapıyor tabi; kimi ızgara, kimi de kızartma olarak. Seyahat boyunca bence ciğer en az bir kez denenmeli. Tabi iyi bir yerde yenmesi de önemli. Otel görevlisine veya sokaktaki bir esnafa sorsanız bile sizi iyi bir restorana yönlendirir. Neredeyse herkes Türkçe biliyor, özellikle Prizren’de.

Tipik bir mahalle kasabı
Parça etlerin dışına bir de köfteler var geleneksel olan. Mesela cevapcici. Cevapcici köfte demek. İyisini Üsküp’te nam salmış Destan’da yiyebilirsiniz. Genellikle bizim İnegöl köftemizi andıran, uzun ince silindir şeklinde ızgara köfteler bunlar. Pljeskavica ise yine köfte fakat hamburger köftesi büyüklüğünde yuvarlak bir köfte. Düşünülenin aksine hamburgerin içinde kullanılmıyor, ana yemek olarak söyleyebileceğiniz gibi, karışık et tabaklarında da mutlaka bulunuyor.

Salata olarak en yaygını Shopska salata. Balkanların geleneksel salatası diyebiliriz. Her ülkede, her şehirde ve çoğu restoranda bulabilirsiniz. Küp küp ve irice doğranmış domates, salatalık ve soğan karışımının üstüne sirenje adı verilen beyaz peynirin rendesini koyuyorlar. Genellikle sunumu, en üste bir siyah zeytin koyularak yapılıyor. Oldukça lezzetli ve doyurucu bir salata shopska. Bizim damak tadımıza da hitap ediyor.

Shopska salata
Tatlılarımız da benziyor tabi. Aşina olduğumuz şekerpare, tulumba ve ekler her pastanede olan şeyler. Baklava bile bulabilirsiniz. Ama asıl geleneksel olarak tarif edeceğimiz tatlı Trilece. Kendisini üstündeki karamel sosuna rağmen en hafif tatlı ilan edebilirim. Kökeni Arnavutluk, yani aslında bir Arnavut tatlısı fakat Kosova ve Makedonya’da çoğu yerde rastlayabilirsiniz. Zaten Kosovalıların oldukça büyük bir çoğunluğu Arnavut. Tirlece’nin ana malzemeleri irmik, vanilya, yumurta ve şeker. Üstünde de karamel sosu var. Hem kekli hem şerbetli bir tatlı. İçindeki malzemeler tabi ki yöreden yöreye farklılık gösterebilir. Mesela sonradan öğrendiğime göre çoğu insan irmik yerine un kullanabiliyormuş. Tatlı krizi gelenler ama tatlıyı fazla kaçırmak istemeyenler için ideal bir tatlı Trilece.

Nasıl olduysa fotoğrafını çekmeyi unutmuşum Trilece'nin o yüzden başka bir siteden aldığım fotoğrafını kullanıyorum. Kaynak: http://balkon3.com/tr/trilece-dayanilmaz-enfes-tat/

Diğer bir lokal yemek de burek. Günün her öğünü burek yiyebilirsiniz. Balkanlarda böreğe ‘burek’ deniyor. Kültürlerimiz gibi yemeklerimiz de çok benziyor. Burek orada da bizdeki gibi sadece kahvaltı için değil, günün her saati ve her öğünü tüketilen bir yiyecek. Farklı olan nokta ise, burekte kullanılan malzemenin bolluğuna maalesef bizi böreklerimizde çok rastlanmıyor. Örneğin bizim börekçilerde çokça rastladığımız üzere az kıyma bol soğanla önümüze gelen börek, Balkanlarda bol kıyma az soğan ve baharat olarak karşımıza çıkıyor. Bu da böreğin tadını zenginleştiriyor. Kıymalı, peynirli ve ıspanaklılar çok tüketiliyor. Genellikle hamur işlerinin üretildiği fırınlarda veya küçük börekçilerde satılıyorlar. Böreğin çeşitleri de Balkanların değişik bölgelerine göre değişiyor. Örneğin Zagreb’te yediğimiz börekler kocaman bir üçgen dilimden kıymaları taşarak gelirken, Prizren’de genellikle yumuşacık yufkasıyla kol böreğine rast geliyoruz. Böreğin yanında çaydan ziyade ayran içme geleneği var burada. Ayran da demeyelim gerçi, onlar yoğurt diyorlar. Fakat kıvamı yoğurtla ayran arasında, yani ne çok sıvı ne de çok katı kıvamlı. Ayran gibi içiliyor. Bu katı kıvamı özellikle kıymalı börekle çok güzel gidiyor.

Bira olarak Kosova’da Peja; Makedonyada da Skopsko Pivo ve Zlaten Dab lokal biralar. Zlaten Dab’ın içimi daha hafif. Skopsko Pivo ise çoğu gezgine göre aroması ve sertliği göz önüne alınınca en iyi biralar arasında kabul ediliyor. Pivo, bira demek Makedonya’da.

Soldan sağa: Skopsko ve Zlaten Dab
Gelelim şaraplara. Makedonya’nın Tikves bölgesi 100 yaşını aşmış üzüm bağları ile meşhur. Bölgede yetiştirilen ve en ünlü üzüm kırmızı Vranac. Sadece Makedonya’da değil, tüm Balkanlarda bu üzümden yapılan şaraplar bulabilirsiniz. Ama tabi en özelleri Tikves bölgesinde yetiştirilen üzümlerden üretilenler. Her restoranda ister sofra şarabı, ister üst segment şarap olarak Vranac bulmanız mümkün. Beyaz üzüm olarak da yarı-tatlı Temjanika var. Tikves bölgesine Üsküp’ten şarap tadım turları yapan acentalar mevcut.

Prizren şehir merkezi
İlk durağımız Prizren. Küçücük bir şehir burası. Öyle ki tek bir gününüzü ayırmanız yeter burayı gezmek için. Tüm görülecek yerler Akdere ve Osmanlı Köprüsü’nün etrafında toplanmış. Restoranlar ve kafeler de öyle.  Kafelere baktığımızda genellikle gençlerle dolu olduğunu görüyorum. Genç nüfus olukça fazla Prizren’de. Bir diğer dikkatimi çeken de küçüklü büyüklü Türk tur grupları ve onları içeri davet etmeye çalışan restoran yetkilileri. Prizren’de restoranlar dışarıdan bakıldığında çok gösterişli değiller. Daha çok lokal bir algı yaratıyorlar. İlk bakışta bu iyi gibi görünse de sanırım turist artışından dolayı o lokal havayı karşılayabilecek kalite azalmış gibi. Bunun en güzel örneği, ilk akşam yemeğimizi yediğimiz Besimi Beska


Besimi bizim yemek için ilk durağımızdı fakat 5 günlük tatil boyunca en az sevdiğimiz ve en fazla para ödediğimiz restoran oldu. Bu kadar pahallı olmasının nedeni tabi ki Prizren gibi küçük bir şehirde isim yapması, yani popülaritesi. Söylemeliyim ki bu kadar fazla talep olmasını hak etmiyor.

Dışarıdan bakınca tam bir aile salonu burası. Zaten aile restoranı olarak da ismine rastlamanız mümkün. Oturma alanı olarak hem bahçesi hem de içeride bir salonu var. Sonradan görüyorum  ki bir de arka bahçesi varmış fakat burası ön bahçe gibi açık hava değil, adeta kış bahçesi gibi dizayn edilmiş. Biz de güzel Prizren akşamında ön bahçede oturmayı tercih ediyoruz.


Yusuf diye çok tatlı dilli bir garson arkadaş var. Gece boyunca bize o yardımcı oluyor. Çok iyi Türkçe biliyor. Menüde anlamadığımız yemekleri çok iyi açıklıyor. Sonunda siparişlerimizi veriyoruz. Fakat bir sıkıntı  var çünkü sipariş verdiğimiz bütün yemekler sofraya bir anda geliyor. Evet, başlangıçlar ve ana yemek tabi. Tatlı siparişini de o anda versek o da ana yemeklerle birlikte gelir miydi, merak etmedim değil. Ara sıcak olarak kızarmış şar peyniri, kaymaklı kırmızı biber közleme ve salata olarak klasik bir shopska salata istedik.

Kızarmış şar peyniri
Kaymaklı biber kızartması
3 tane de ana yemek: mantar soslu bonfile, kemikli dana pirzola ve böbrek-ciğer tabağı. Tabi kocaman ve şişkin bir lavaşı da unutmayalım. Bir anda masayı donatmış gibi olduk sanki.

Daha sıcak şar peynirinden bir lokma alamadan ana yemekler de geldi. Dolayısıyla etleri soğutmayalım derken bu sefer ara sıcaklar soğudu. Kızarmış şar peynirinin ortalama bir tad vardı. Bizde bazı lokantalarda servis edilen kaşar pane gibiydi. Gerçek bir şar peyniri mi diye şüpheye düştük. Kaymaklı biber kızarmanın tadı tahmin edersiniz ki ilginçti. Kırmızı biberin tatlımsı aromasını kaymakla dengelemek değişik bir tarz sonuçta, fakat söylmeliyim ki denemeye değer bir yemek oldu bizim için. İlk skopska salatasını Belgrad’da Sırp bir arkadaşımın tavsiyesiyle yemiştik. Orada peyniri daha lorumsu kıvamda fakat lor peynirine göre daha tuzlu bir tattaydı. Burda ‘sirenje’ denilen beyaz peynirler rendelenmiş bir şekilde servis ediliyor salatanın üzerinde. Nedense Belgrad’da yediğim salata daha çok yer etti aklımda. Muhteşem tuzlu aromasından ötürü sanırım.
Mantar soslu bonfile
Gelelim ana yemeklere. Mantar soslu bonfileyi ben söyledim. Önüme öyle bir et geldi ki sinirlerinden dolayı ne bıçakla kesiliyor ne de ağızda çiğneniyor. İki lokmadan sonra pes ettim. Mantar sos daha cazip geldi. Yemek kültürü genellikle ızgara etlerle ünlü olan bir bölgede, iyi kabul edilen böyle bir restoran nasıl bu kadar özensiz bir yemek sunabilir şaşırıyorum. Kemikli dana pirzola sofraya gelene kadar kurumuştu, ki çoğu insan ızgarasını daha sulu sever. Böbrek-ciğer ikilisi de ortalama bir lezzetteydi. Sonradan mutfağa bakmaya içeri girince görüyoruz ki, ızgaranın üstünde pişmiş etler sıralı dizilmiş duruyorlar. Sözün kısası, sipariş gelince zaten pişmiş olan etler ızgarada tekrar şöyle bir ısıtılıyor ve müşteriye öyle servis ediliyor. Pirzolanın kuruluğunun nedeni de anlaşıldı.

Artık tatlı istemedik tabi bu kadar şeyin üzerine. Gece boyunca memnuniyetsiz bir surat ifadesiyle oturduğum için halimden anlayan garsonumuz Yusuf, bize kahve ikram etmek istiyor. Aksiliğim tuttu tabi, teşekkür edip istemediğimi söyledim fakat sonrasında bana özel bir macchiato yapıp getirdi. Besimi’nin en kıymetli şeyi kesinlikle Yusuf oldu o gece ve gönlümü aldı. Hesapla birlikte masaya yine ikram olarak portakal dilimleri geldi. Bunlar hoş oyunlar tabi. Tüm bu yediklerimiz ve 2 şişe Peja biraya toplam 41 Euro ödedik.
Evet, fiyat-fayda oranına bakarsak çok çok gereksiz pahallı. Sırf Yusuf’un güleryüzünün hatırına 10 üzerinden 5 puan verebilirim. Yusuf da olmasa, düşünün artık.

Peki Prizren'e günübirlik geldiyseniz ve restoranda yemek istemiyorsanız, hafif bir şeyler atıştırmak istiyorsanız nereye gitmelisiniz? Benim önerim Burek Sarajeves. Prizren’in şehir merkezi kabul edilen Şadırvan’ın hemen girişinde sağda yer alan bu küçük börekçi bizim hem kahvaltı hem de diğer öğünler için tercih edilen bir mekan. Ispanaklı ve peynirli burek yiyoruz. Balkanlarda ucuz ve en çok doyuran lokal yemek kesinlikle burek. Bence değişik börekçilerde her gün farklı bir çeşidi mutlaka denenmeli. Şadırvan’dan Akdere’ye çıkarken sağa döndüğünüzde derenin kenarında çok sayıda kafe göreceksiniz. Kısa biz mola verip kahve içmek için ideal bir konumda hepsi. Genellikle gençler doldurmuşlar kafeleri. Dışarıda oturma yerleri oluşu ve direk Akdere’yi görmesi bonus. Yanında yoğurt içmeyi de unutmayın.


Ertesi gün, yazının başında bahsettiğim maceralı bir yolculukla Üsküp'e varıyoruz. Dünya tatlısı bir çiftin işlettiği Hostel Atlantik diye bir hostelde kalıyoruz. Odalar temiz, klimalı ve çok iyi donatılmış. Sabah erken yola çıktığımız için hostel varmamız öğleni buldu. Hostelin işletmecisi Ljubco'dan bize yakınlarda bir yer önermesini istiyoruz. Hiç düşünmeden bize hostele 10 dakika mesafedeki Ljuc isimli bir restoranı tavsiye ediyor. Yemekten sonra güzel bir yorum yazmak için restoranı internette aradım taradım fakat hiç detaylı sonuç bulamadım. Ljubco’nun dediğine göre burası çok turistik ve popüler bir restoran değilmiş. Sadece güzel ve yerel yemekleriyle ünlüymüş. Gerçekten de yemekler hakkını veriyor. Ayrıca böyle özel restoranların birden popülerleşmesi maalesef servis ve yemek kalitesinde aksaklık yaratacağı için bence de fazla bilinmemesi daha iyi.

Restoranın yeri bizim otelimize çok yakındı, aynı sokak üzerinde. Yürüyerek Carsija bölgesine de 15 dakika diyelim. Öğlen yemeği için gittiğimiz bu restoran ilk başta çok tenhaydı. Bir turist grubu, bir de iş yemeği olarak tahmin ettiğimiz iki kalabalık grubun dışında üçüncü masaya biz oturduk. Hemen İngilizce menü getirdiler. Yine Ljubco’nun tavsiyesiyle ciğer denemeye karar verdik. Tam ve yarım porsiyon olmak üzere iki seçenek vardı. Biz de 2 tam, 1 yarım porsiyon yani 2,5 porsiyon ciğer tava söyledik. Ciğer tava dedim ama ne bizim edirne ciğeri gibi un ile kızartılmış, ne de Arnavut ciğeri gibi küp küp doğranmış; yaprak ciğer şeklinde, bol yağ ile kızarmış ama suyunu hala koruyan ciğerler geldi masamıza. Tadına bakınca ciğer söylemekle doğru bir tercih yaptığımızı anlıyoruz. Mis gibi yağına ekmek bandırmayı da ihmal etmiyoruz.

Bu benim yarım porsiyon ciğer tavam.

Bu arada restoran birden doluyor. Öğle yemeği tayfası diye tahmin ediyoruz. Gelenler turist değil, o bölgede yaşayanlar daha çok.

Ortaya shopska salata söyledik. Balkan tatili boyunca her yerde shopska salata yedik. Salatalık, domates ve soğan söğüş, üzerinde de beyaz peynir rendesiyle servis edilen bu salata bizim çoban salatamızı andırdığı için seviyoruz bu tadı. Babam bir değişiklik yapıp Zelka salata söylüyor, yani lahana salatası. Coleslaw gibi soslu değil, bildiğin saf lahana rendesi. Yağ ve sirkeyle güzelleştirmek sana kalmış.

Yemeğin yanında sert ve bol ekmeksi tadıyla Skopsko ve kolay içimli tarzıyla Zlaten Dab'ı deniyoruz. İkisi de çok güzeldi ama bence Skopsko kalitesiyle başı çeker. Bu yediklerimizin hepsine 580 dinar ödüyoruz. Yani yaklaşık 9€ falan. Yani kişi başı 3€. Şaka gibi değil mi? Hem lezzetli, hem uygun. Eğer ciğer sevmiyorsanız, menüde çok fazla ızgara seçeneği mevcut. Üsküp'ün bu saklı lezzetini kaçırmayın derim.

Gün içinde Üsküp'ün merkezinde dolaşıyoruz. Bayramın ilk günü olduğu için Carsija denilen bu bölgede çoğu esnaf bayram tatilinde dolayısıyla Bit Pazarı'nı gezmek sonraki günlere kalıyor. Söylemeden edemeyeceğim, Taş Köprü'nün etrafında konumlanmış estetik yoksunu heykeller hiç hoşuma gitmiyor. Çok devasa ve bir o kadar da çirkin. Tüm meydanın bu heykellerle kaplanmış olması da bence şehre bolluk değil, aksine yapağılık katmış. Zaten hala inşaat halinde olan yapılar var bu turistik meydanda. Yani meydan adeta bir şantiye gibi. Üsküp merkezin şehir planlaması ve mimarisi için ne kadar olumsuz yorum yapılsa yeridir. İşte birkaç örneğini aşağıda görebilirsiniz.

Devasa bir Büyük İskender heykeli
Önünde böcek gibi kaldığınız bir şadırvan
Antik tarz sütunların içinde siyah cam cephe. Geçmiş ve bugünün zevksiz bir buluşma örneği.
 Zerafet yoksunu koca heykellerle dolu meydandan Carsija bölgesine yürüyünce yukarıya doğru çok fazla kafe göreceksiniz. Hepsi aynı standartta dolayısıyla ince eleyip sık dokumadan herhangi birinde bir mola verebilirsiniz. 5 günlük Kosova-Makedonya gezimiz boyunca demleme çay çok zor bulduk. Çay deyince hemen sallama çay getiriyorlar. Üsküp’te demleme çayı Bit Pazarı boyunca rastlayacağınız küçük kahvehanelerde bulabilirsiniz. Buralar bildiğimiz kıraathane tarzı kahvehaneler. İçeride beyler kağıt oynayıp zaman geçiriyorlar. Girip çay içmek isterseniz kimse sizi yadırgamıyor fakat, hemcinslerim için söylüyorum, rahatsız olursanız hemen dışarıya sizin için bir sandalye koyuyorlar ve ince belli bardaktaki çayınızı ikram ediyorlar. Özellikle kahveden sıkılma durumuna gelirseniz bu amcaların kahvelerine gidip demleme çayınızı içebilirsiniz. Burek için de Carsija bölgesinin dışında, Taş Köprünün diğer tarafında Burekdzilnica Rekord'u tavsiye ederim. Burası Üsküp’ün isim yapmış bir börekçisi. Dışı çıtır içi yumuşacık Balkan bureklerinin belki en lezzetlilerini burada yiyebilirsiniz.

Akşam yemeği için cevapcici yani köfte yemeğe karar verdik. Tercihimiz tabi ki artık şöhret olmuş Destan'dan yana. Estetik yoksunu devasa heykellerle dolu meydandan Carsija tarafına yürüyünce sağda küçük bir sokağın başında kalıyor Destan. Burası köfteleriyle isim yapmış bir yer. Menüde sadece cevapcici var, yani köfte. Üsküp’e giden her Türk mutlaka burada köfte yiyor. Sadece Türk de değil, her milliyetten turist ve Üsküp insanları da burayı çokça tercih ediyor.



3 kişi 2 porsiyon köfte söylüyoruz. 1 porsiyonda 10 köfte var. Köfteler çok güzel pişmiş, hala sulu sulu. Izgarada tek kriterim vardır, o da eti kurutmadan pişirmek. Destan’ın hakkını vermek lazım. Köfteyi çatalla kesince içindeki yağlı suyu görebiliyorsunuz. Buradaki cevapcici bizim İnegöl köfteye çok benziyor. Sadece İnegölün daha uzunu ve daha incesi. Köfteyle birlikte masaya yuvarlak pideler ve közlenmiş yeşil biber geliyor. Yanında ekstra olarak yoğurt istiyoruz. Bir tane de Skopsko.


Hepsine toplam 580 dinar ödüyoruz. Ljuc’da ödediğimiz ile aynı. Destan’ın popülaritesi fiyatları da etkilemiş anlaşılan. Ama tabi lezzet ve değer doğru orantılı. 

Ertesi gün oluyor ve sonunda Ohrid! Dürüst olmak gerekirse Balkanlarda en beğendiğim şehir. Sanki kültür kokuyor bütün sokakları. Gezilecek o kadar çok yer var ki… En önemlisi doğal güzelliklerini tekrar tekrar fotoğraflamak istiyor insan. Resim gibi bir yer. Ohrid gölü aslında bir krater gölüymüş. Bu gölden çıkan inciler de buranın spesyali. Meydandaki caddede bol bol inci dükkanı bulabilirsiniz.

Sveti Jovan Kilisesi


Ohrid Gölü
Yemek için çok fazla seçenek var. Biz yine araştırmalar ve tavsiyeler sonucunda Damar’ı tercih ediyoruz. Aslında göl manzaralı çok sayıda restoran bulabilirsiniz ama o kadar turistik bir algısı var ki hepsinin. Damar’ın göl manzarası olmasa da Sveti Sofia kilise manzarası var. Evet bu büyük kızıl kilisenin tam karşısında, aynı zamanda sokağa da bakıyor. Daha izole ve daha sakin bir öğle yemeği için çok güzel. Yemeğe çok fazla zaman harcamak istemiyoruz çünkü daha Ohrid’i gezip gölde bot turu yapmak istiyoruz.

Başlangıç olarak shopska ve zelka salata geliyor. Ana yemek olarak da karışık ızgara ve bu gölden çıkan alabalıklardan denemek istiyoruz. Izgara tabağının içinde ev yapımı sosis, bacon ızgara, tavuk fileto ve pleskavica, yani büyük köfte var. Yanında patates, yeşillik ve pilavla servis ediliyor.

 

Bir porsiyonda 3 tane alabalık geliyor. Izgarada çok güzel pişmiş. Balıklar çok büyük değil o yüzden bir porsiyon 1 kişi için yeterli olabilir. Masadakilerden en çok önce haşlanıp sonra ızgaralanmış patates halkalarını seviyorum.

Menüde ayrıca füme alabalık var. Biz deneyemedik ama o da restoranın spesyallerinden biriymiş. Füme balıkları seviyorsanız denemek için güzel bir tercih olabilir.

2 skopska bira, 2 de kahveyle birlikte hesabımız 1567 dinar geliyor, yani yaklaşık 26 Euro. Kişi başı 8 Eurodan, turistik bir bölge olduğunu unutmadan, çok da fazla yemediğimizi düşünürsek ortalamanın birazcık üstü diyebiliriz fiyat için. Fakat güler yüzlü ve yardımsever servisiyle güzel bir tercih oldu.

Yemekten sonra Ohrid gölü üzerinde yarım saatlik bir bot turu yapıyoruz. Muhteşem bir manzara var. Dediğim gibi, tekrar tekrar fotoğrafını çekesi geliyor insanın. Her görüntü bir başka güzel.

Bot turu sona erdiğinde dağ-taş antik şehri geziyoruz. En son alışveriş kısmına gelince de Ohrid'in sembolü olan ve Ohrid gölünden çıkarılan incilere bakmak istiyoruz. Hem alışveriş hem de kafeler için Sveti Kliment Ohridski caddesi üzerinde dükkanlar ve küçük tatlıcılar bulabilirsiniz. Tatlıcılarda yine Trilece, tulumba ve ekler gibi lokal tatlıların yanında, ev yapımı dondurmalar da mevcut. Meyveli dondurmaları özellikle tavsiye ederim.  

Sondan bir önceki günümüzde Priştine'ye varıyoruz. Burası son durağımız. Priştine’deki ilk akşam yemeğimizde Pishat’ı tercih ettik. Doğrusu 5 günlük Kosova-Makedonya turunda yediğimiz ne güzel yemekti diyebilirim, tabii yavaş servisi saymazsak.

Pishat, Priştine’nin en işlek caddesi olan Nena Tereza’nın sol tarafa açılan sokaklarından birinde ikamet ediyor. Bulunması gayet kolay bir lokasyonda, zira Priştine küçük yer. Bütün atraksiyonların da Nena Tereza civarında olduğunu düşünürsek konumu çok güzel.

Priştine'de en sevdiğim yapı: Milli Kütüphane binası
Gitmeden önce biraz araştırma yaptık burası hakkında. Yorumlar genelde servisin kalitesizliği üzerineydi. Bir de biz deneyelim belki şanslı günümüzdeyizdir dedik ama içeri girdiğimiz dakikadan itibaren bütün olumsuz yorumlar kulaklarımızda çınladı. Öncelikle kapıdan içeri girince ne bir karşılama, ne de bir yer gösterme hizmeti gördük. Çünkü aslına bakarsanız ortada garson falan yoktu. Restoran iki bölümden oluşuyor: Kapalı bir bahçe ve onun içinde ayrı bir kapalı bölüm. Neyse, kapalı bahçede ilerlerken bütün garsonların içerdeki kısımda kasa önünde toplaştığını gördük. Dikkatlerini çekmek epey zordu. Bu arada bahçe tarafında yemek yiyen müşteriler de var, yani restoran öyle boş falan değil. Neyse zar zor birinin dikkatini çektik, 3 kişilik bir masa sorduk, bize boş bir masa gösterdiler ve oturduk. Masa gerçekten bomboştu, servise hazır değildi yani. 5 dakika sonra menü getirildi, bir yandan da masaya servis atıldı. Kararımızı vermiş olarak beklemeye başladık. 3 kişi el ettikten sonra nihayet siparişimizi aldılar. İçimiz rahatladı çünkü hesabı isteyene kadar bir daha kimseyle muhatap olmamıza gerek yok.

Aslında çok geniş bir restoran, 100 kişi müşteri kapasitesi vardır. Fakat neredeyse 3 veya 4 garson çalışıyor. Böyle iyi potansiyeli olan restoranlarda neden bu kadar az garson çalıştırıp servisi riske atarlar hiç anlayamadım yıllardır. İşçi maliyetini en aza indirerek başarılı patronculuk oynamak isteyenler ne yazık ki hep bu sığ anlayışları yüzünden topluyorlar bütün olumsuz yorumları. Olan güzelim yemeklere oluyor, restoranın potansiyel imajına oluyor.


Sektöre dahil eleştirilerden çıkıp, konumuza dönelim. Kaç gündür her öğünde shopska salata yemekten bıkmadık ama en azından son gecemizde farklı bir salata yiyelim diyoruz. Aslında salata tercihimizde çok da bir değişiklik yapmayarak Greek salata söylüyoruz. Tek farkı peynirler rende değil, küp şeklinde. Ara sıcak olarak da ortaya ızgara mantar dilimleri istiyoruz. Mantarlar yağını ve suyunu kaybetmemiş, yedikçe yeniyor.

Güveçte pişmiş kuzu külbastı
Ana yemeklere geçelim. Babam kuzu külbastı söyledi. Xhulbasti diye yazılıyor. Şimdi burada biraz duralım çünkü bu bizim bildiğimiz külbastıdan farklı. Bir kere parça et değil. Şöyle ki, kuzu eti kıyma haline getirilmiş ve köfte şeklinde, yanında sebzeleriyle bir güveçte pişiyor. Üstelik kıymanın içinde de peynir var. Yani çok değişik bir külbastı deneyimi olabilir. Lezzeti de yerinde.

Ben potta sebzeli tavuk söyledim. Gerçekten dedikleri gibi testide mi pişirdiler emin değilim çünkü tavuk eti yer yer yumuşacık kıvamlıyken, lastik kıvamlı kuşbaşı dilimleri de mevcuttu. Fakat baharatları yerinde, sebzeleri de iyi pişmişti.


Gecenin spesyali kesinlikle annemin yediği güveçte mantar soslu bonfile parçaları oldu. Bonfile parçaları yumuşacıktı. Sosunda şarap da vardı, belki de bu yüzden bu kadar güzelleştirdi yemeği. Kesinlikle çok güzel bir yemekti.
Üstü azıcık yanmış olarak masaya gelse de birinciliği kaptırmadı.
Balkanlar turunda hiç şarap içmediğimizi fark ettik. Oysa ki Madedonya’nın Tikvesli bölgesinin şarapları çok ünlü. Üsküp’te içemedik, bari burada son gecemizde içelim dedik. Kosova'da yetiştirilmiş bir Vranac üzümünden bir sofra şarabı istedik. Sofra şarabının en güzel yanı da şişe açtırmak zorunda olmayışımızdı. İstediğimiz miktarda 50 cl olarak karafta servis edildi. Meyve aromalı ve içimi kolay. Karafta gelmesi ayrı bir zarafet.



Yemeklerin güzelliği ve servisin kötülü ters orantılı olsa da yine de güzel yemeklerle güzel bir akşam geçirdik. Hesapla birlikte güzel bir meyve tabağı bile ikram ettiler, sanki gönül almak istercesine. Akşam yemeğinin finalini güzelleştiren böylesi jestler her restoranın aklına gelmeli bence.

Priştine’nin en işlek caddesi olan Nena Tereza’da Mother Teresa Katedral yönüne doğru yürürken yolun sol tarafında sıra sıra kafe ve restoranlar mevcut. Taze yapraklarla presste bitki ayı hazırlayan Mery’s Food&Coffee benim favorim. Bunun dışında kahvenizi veya biranızı içerken sokağı da izleyebileceğiniz çok sayıda cadde üstü kafe ve bistro mevcut.

Mery's Food&Coffee'nin duvarında yazan bir Türk atasözü iddiası
Kosova-Makedonya gezimiz sona eriyor. Aklımda yer eden temel şeyler Ohrid, burek ve cevapcici. Tekrar Ohrid'e gidip burek ve cevapcici yemek bence mümkün.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder